Fotoğraf: Murat Can Uysal
Öykü: İrem Dönmez
Yalnızlık, bir ovanın düz olması
gibi bir şey, diye mırıldandı kim bilir kaçıncı kez.
Bir balıkçı motorunun sesleri duyuldu uzaktan. Sabahtan beri kaçıncı balıkçı
teknesiydi hesaplayacak gibi oldu da, vazgeçti sonra. Tam balık havasıydı,
balıkçıların tabiriyle deniz çarşaf gibi. Öğleye kalmaz lodosa çevirirdi. Şöyle
bir silkinir kendine gelirdi deniz. İyiydi böyle, denizi düşünmek, kendini
düşünmek yerine.
Yalnızlık, bir ovanın düz olması
gibi, diye mırıldandı bu sefer biraz daha yüksek. Balıkçı
motorunun patpatları daha yakındaydı sanki. Güldü sonra kendi kendine. Gülüşü
mısrayı söyleyişinden daha yüksek. Çocukluğunun geçtiği bozkırlardan
kopamıyordu önünde sere serpe uzansa da deniz. Ovaydı onun yalnızlığının
tabiri. Denizse hala çocukluğunda olduğu gibi tatildi, güneşti, kumdan kaleydi,
omuzdaki yanık, sahildeki mısırcıdan alınan süt mısırın tadıydı.
Yalnızlık, bir ovanın,
diye mırıldandı sonra. Balıkçı motorunun sesleri bu kez daha da yakın.
Çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği, o herkesin gri diye tariflediği, içinden
tren yolları geçen, tren yollarının ikiye böldüğü, ufka uzanan rayların gitmeyi
vadettiği şehri düşündü yine. Vazgeçti sonra düşünmekten. Bunca yılın, bunca
yolun öğretemediği şeylerdendi yüzleşmek. Kaçmak vardı onun için çocukluğundan
beri, tren raylarının öğrettiği. Gidiş yolları ilkokul matematik derslerini
anımsatacak kadar yanlış olsa da, hep gitmek.
Yalnızlık, diye
mırıldandı nice sonra.
Devamını söyledi mi söyleyemedi mi, kendisi de bilemedi.
Balıkçı motorunun sesi yakın, çok yakındı. Kendi sesini duymasına engel olacak
kadar yakın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder