30 Eylül 2013 Pazartesi

1 Şehir 1 İnsan

 Erdost'la dostluğumuz üniversitenin ilk yıllarına dayanıyor. Üniversite'de ilk tanıştığım dostlardan biri. Şaka maka 5 yılı geride bıraktık Erdost'la dostluğumuzda. Erdost adı gibi dost -diğer yandan hayatı ti'ye alan ama ti'ye alırken ciddiyeti elden bırakmayan, derinlikli bir adam. Erdost rehberliğinde Wroclaw'ı gezmiş biri olarak söyleyebilirim ki Erdost şehrin orjinal mekanlarını keşfetme konusunda usta bir isim. Usta rehberimiz Erdost bu kez fashionandgustoblog için çok sevdiği Polonya'nın nehir kenarındaki şehri Wroclaw'ı anlatıyor-anılarını paylaşıyor. Erdost'un rehberliğinde Wroclaw'ı keşfetmek için, mini söyleşimizdeki önerilerini merakla ve heyecanla okuyacaksınız. Benden söylemesi... Çünkü kendisi tam anlamıyla bir gusto. Önerdiği mekanlar bendeniz tarafından da görüldü,tescillendi,çokça da beğenildi.Umarım siz de beğenirsiniz.


Wroclaw'ı 3 kelimeyle anlat desem*
Huzur, Ucuz, Soğuk

Wroclaw'da yapmaktan en çok keyif aldığın şey*
Yıkılıp yeniden inşa edilmiş sokaklarda aylak aylak yürümeyi. Ve zaten bütün yolların Rynek'e (meydana) çıktığını bile bile kaybolmayı.

Wroclaw'daki favori adreslerin*

Literatka Rynek
İçeri girdiğinizde sanki şatonuzun çalışma odasına girmiş gibi oluyorsunuz. Bütün duvarlar kitap rafları ve kitaplarla kaplı, kenarda uygun bir yerde bir piyano. Kahveleri ve biraları oldukça başarılı.

Solo Art Cafe
Yine Rynek'in orta yerindeki kalabalık binaların arasına sıkışmış küçük bir kafe. Sanki sizden başka hiç müşterisi yokmuş gibi gelebilir. Keyifli kahve çeşitleri, cup cake ve  tatlılarda oldukça iddialılar. Ayrıca Solo Art Cafe bir tasarım butiği de. Buradan anı olarak çeşitli dekoratif ürünler ve tasarım aksesuarlarlardan alabilirsiniz.

Art Cafe Kalambur 
Uzun yıllardır yerinde olan bu bar bir ara yanmış ve tekrar yapılmış. Bu bilgiyi Lehce hocamızdan almıştım. O da üniversitedeyken gidermiş ve hala gidiyor. Mekan ilginç dekorasyonu ile başta dikkat çekiyor. Belirli günlerde alternatif müzik yapan DJ çıkıyor. Keyifli ve alternatif bir parti için hafta sonları ideal.

Bezsennocsc 
Rynek'den Ruska caddesine ilerliyoruz ve sol tarafta bir kalabalık. Yan yana dizilmiş clublar ve publar. İşte bu kalabalığın arasında Bezsennocsc. Eğlencenin sabaha kadar sürdüğü kaliteli yerlerden biri.

Pizzeria Rynek 
Bir ufak pizzacı. Yaklaşık 17 kişilik falan oturma alanları var. Lezzetli pizzaları ile bir an boş kalmayan bir dükkan. İngilizce menüleri yok garsonlardan yardım alabiliyorsunuz. Standartların dışına çıkıp istediğiniz malzemelerle kendi pizzanızı oluşturabiliyorsunuz.

İkinci el pazarı (Bit pazarı)
Castoroma alışveriş merkezinin yanında eski bir fabrikanın bahçesine kurulan pazarda sizi bir sürü sürpriz bekliyor. O gün ne bulacağınızın bir garantisi yok, hiç bir şey de bulamayabilirsiniz. Avrupa basım orjinal nadir bulunan plaklar, bir Yahudi ailenin fotoğraf albümü, eski rozetler, çocuk kitapları pazarda bulabilecekleriniz arasında.

Wroclaw senin için neden özel*
Wroclaw'da yaklaşık olarak 150 gün kaldım bu yüzden de  ikinci memleketim diyebilirim. Daha önce hiç bu kadar uzak ve uzun süre yurt dışında bulunmamıştım. Sayısız soru işareti ile gidip hepsine tek tek yanıt bularak ve çok severek döndüm. En başta tam bir merkezdi.Çok kısa yolculuklarla diğer ülkelere geçebiliyordum. Polonya'nın ucuz olduğunu biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Taze meyve ve sebzeler hariç. Polonyalılar ise şehre ayrı bir değer katıyor. Misafirperverlikleri, kendilerine has İngilizceleri, çekingen tavırları ve tarihte 4 kere haritadan silinmiş bir milletin insanları olarak çok sağlam duruyorlar hayata karşı. 

Wroclaw'a gitmek isteyen birine Wroclaw'ı neden önerirsin*
Rynek'e gidin demeyeceğim veya Most Tumski'yi görün de... Sadece sokaklarında dolaşın gördükleriniz size yetecektir.



1.Literatka Rynek, dekorasyonu ve biralarıyla favori adreslerimden.
2.Odra Katedrali, Wroclaw'ın en eski katedrallerinden.
3.Rynek'teki evler Wroclaw'ın simgesi.
4.Solo Art Cafe cupcakeleri ve tasarım ürünleri ile ünlü.
5.Katedraller adasındaki sokaklardan bir kare.
6.Wroclaw'ın bit pazarından bir kare.
7.Cuma ve Cumartesi gecelerimin vazgeçilmez adresi Art Kalambur.

29 Eylül 2013 Pazar

İyi Pazarlar!

Eylül ayının son pazar gününde, bu ayın son "İyi Pazarlar" bölümü ile karşınızdayım. Havalar Eylül ayına inat güneşli olsa da, benim modum yağmurlu ve bir Norah Jones şarkısı gibi hüzünlü.
Özellikle sonbaharda keyifle dinlediğim isimlerin başında gelir Norah Jones... Benim için sonbahar demek Norah Jones demek. Norah Jones demek üniversite yıllarında İstanbul'a yapılan tren yolculukları demek -bir diğer anlamda. Şarkılarıyla kimi zaman hayallere, kimi zaman hüzünlere daldığım Norah Jones'un en çok sevdiğim şarkısıyla yapalım kapanışı. Büyülü ve buğulu sesiyle hayat verdiği, Light As a Feather ile. 
Herkese iyi pazarlar!


28 Eylül 2013 Cumartesi

Foto Öykü: Mektup


Fotoğraf: Murat Can Uysal
Öykü: İrem Dönmez

Babadır benim için bisiklet. Önce üç
 tekerlekli bir bisiklet, başımda beyaz bir şapkayla yanı başımda bir baba. Sonra yedek tekerleri sabırla söküp biraz da korkarak arkamdan korkarak bakan bir baba. Ama hep baba. Bundan sebep ne zaman bir bisiklet görsem bir apartman boşluğunda ya da bir ağaç gölgesinde oturup babama mektup yazmak isterim.

Baba,

Hani bir kitapta altını çizmişsin ya kız çocuklarının ilk aşklarının babaları olduğu ve ileride de babalarına benzer kişilere âşık olduklarına dair satırları. Dün eski kitapları karıştırırken rastladım eski kokan, kitap kokan, sen kokan sararmış sayfalı o kitaba. Kırmızı, kalın bir kalemle defalarca üzerinden geçilmiş gibi satırların. Kaç yaşında olduğunu, nasıl göründüğünü hayal etmeye çalıştım seni, sen o kitabı okuyup, satırlarını çizip, satır aralarını doldururken.

Kitabın başına o güzel el yazınla yazdığın nota bakılırsa ben henüz iki üç Yaşlarındayım. Hani şu yeni yeni ayaklanmaya başladığım, kaset koleksiyonunu o “cılız” parmaklarımla mahvettiğim, pastel boyalarla evin duvarlarını baştan sona karaladığım, elindeki kameraya türlü şaklabanlıklar yaptığım dönem. Sahi baba, ne düşünüyordun çizerken o satırların altını? Baba olmanın nasıl bir şey olduğunu yeni yeni anlamaya başladığın, küçük kızın etrafı elindeki boyalarla boyayıp, sık sık hastalanarak sizi gecenin yarılarında doktor aramaya çıkmaya zorlarken ne düşünerek çizdin o satırların altını? 

Büyüdü küçük kızın. Hatalar yaptı, doğrular aradı, hayaller kurdu dünyaya inat, cesur olmaya çalıştı en zor anlarında babası gibi, annesi gibi masallar anlatıp hikâyeler yazarak başa çıkmaya çalıştı hayatla. Büyüdü küçük kızın ve âşık oldu baba. Çizdiğin satırlara inat adamlara âşık oldu. Hani sana benzeyeceklerdi baba? 

En sevdiğim o pembe saçlı bebek kaybolduğunda şehirlerarası bir yolculukta, elimden tutup Ankara’nın o soğuğunda tüm oyuncakçıları gezmiştik seninle hatırlıyor musun? Sonunda bulamayıp pes ettiğimizde, kırmızı mantosu ve kırmızı şapkası içinde minik burnu donan kızının önünde eğilmiş, uğur böcekli eldivenli ellerini tutmuş ve ona şunları söylemiştin: “Aradık ama bulamadık bebeğini kızım. Zaten bulsaydık da o bebek Ayşe bebek olmayacaktı. Başka bir bebeğe de sırf saçları aynı renk diye Ayşe diyemezdik değil mi? Ayşe gitti, ama sen onu sevdiğin sürece yanında olmamasının bir kayıp değil senin için.”

Beş yaşındaki halimle anlayamasam da tam olarak ne söylediğini, ses tonundan yanımda olduğunu ve beni hiç bırakmayacağını hissetmiş sıkıca sarılmıştım bana uzanan o güven dolu, sıcacık ele. Bıyıklı, gözlüklü, bir zamanların ateşli solcusu, 78 öğrenci lideri bir baba, henüz beş yaşında sevdiği bir şeyi kaybetmenin ne demek olduğunu anlamaya çalışan kızına destek oluyordu. Baba- kız Ankara soğuğuna, kaybettiklerimize inat el ele yürümüştük sanki o gün… 

Peki, ben anasınıfındayken katıldığımız televizyon yarışmasını hatırlıyor musun baba? Hani soruları önce çocuklara, sonra ebeveynlere sorup aynı cevapları almaya çalıştıkları yarışma. Hani babaların kızlarıyla, annelerin oğullarıyla katıldığı ve bizim birinci olduğumuz yarışma. Şimdi katılsak yine birinci olur muyuz peki baba? O zamanlar biliyordun kızının en sevdiği rengi, en sevdiği çizgi filmi, büyüdüğünde ne olmak istediğini… Peki ya şimdi? Ne kadar şey biliyoruz birbirimiz hakkında baba? Çok mu uzağa düştük birbirimizden yoksa büyümek mi bunun adı? Büyüdükçe yabancılaşır mı kızlar babalarına ve yaşlandıkça babalar kızlarına? 

Bazen çok özlüyorum seni, annemi, evi, evimizin kokusunu. En çok da biten bir günün ardından karanlık ve yalnızlık kokan evime atarken adımımı. Yalnızlığı seviyor gibi yapmaktan yoruldum ben baba. Senin olduğun o evi özlüyorum, hala aile olduğumuz o günleri özlüyorum. Hafta sonlarına ve tatillere sıkıştırmaktan aile olmayı, birileri beni sevsin diye uğraşmayı, hayat zorlamasın diye herkes gibi olmayı sevmiyorum, sevmedim ve seveceğimi de hiç sanmıyorum. Çünkü ben senin kızınım baba, gözlerimizin miyop oluşu dışında da pek çok ortak yanımız var.

Ne kadar çok anlatacak şeyim varmış değil mi baba? Sen hazır et rakı sofranı, kızın çıkıp gelir belki beklenmedik bir anda. Yine yaparız o eşsiz sofra başı muhabbetlerimizi. Sen bana içki sofrası adabını anlatırsın öğretmen edanla, ilk aşkını anlatırsın sonra annem duymasın diye fısıldayarak, üniversite yıllarını, Mamak’ ta geçirdiğin o üç haftayı anlatırsın bir de. 

Özlemişim seni baba, en çok da konuşmayı seninle. Bu aralar kendimle konuşurken yakalıyorum kendimi.  Ama sen değil miydin zaten “ Sözcüklerini ve duygularını hak edenler ve doğru zamanlar için sakla.” diyen. Umarım karşıma günün birinde senin kadar çok sevecek birisi çıkar baba. Senin kadar sevecek, senin kadar önemseyecek, senin kadar dikkatle dinleyecek. Kitabında satırlarının altını çizdiğin o yazarı haksız çıkarmak istemiyorum baba: “Kızlar, babalarına benzeyen adamlara âşık olur.”

Ve baba, şimdi olmaz diyorum da, olur da bir gün çocuğum olursa senin bana anlattığın masallar, okuduğun hikâyelerle uyutacağım onu: Küçük Prens, Küçük Kara Balık, Martı, Behrengi’ den masallar… Ve tıpkı babam gibi kaybettiğinde sevdiği bir şeyi, bulamayacağımı bildiğim halde elinden tutup aramaya çıkacağım onunla. Sırf yanında olduğumu hissetsin diye.

Ben her şeyden önce ve herkesten çok senin kızınım, unutma olur mu baba? Ve sesli olarak dile getiremesem de seni çok seviyorum baba.

İmza: Hep küçük kalacak kızın

23 Eylül 2013 Pazartesi

Radar: Luca Mainini

Son günlerde sıradışı ve eğlenceli işleriyle radarıma takılan kolaj sanatçısı Luca Mainini'nin sitesinde gezinmek/işlerini seyretmek en büyük eğlencem. Gün içinde sıkıldığımda Luca Maninini'nin sitesini ziyaret ediyorum sık sık. Siz de sanatçının işlerini görmek için meraklandıysanız lucamaininipsychodiva.tumblr.com adresini ziyaret edebilirsiniz. Siteyi ilk açtığınızda gözleriniz kamaşacak, benden söylemesi. Şimdiden iyi eğlenceler!
  





22 Eylül 2013 Pazar

İyi Pazarlar!

Sonbaharın melankolik haline-tavrına çok uyan bir şarkıyla başlayalım bu pazar gününe. Şarkılarını büyük bir keyifle dinlediğim, caz tınılarını yerel melodilerle buluşturan Jülide Özçelik'in "Bugün Neden Gelmedin" şarkısıyla. İlk albümü Jazz İstanbul Vol 1 albümünde yer alan Bugün Neden Gelmedin'in dışında benim favorilerim  arasında yer alan Mecnunum Leylamı Gördüm'ü ve  Yalan Dünya'yı da dinlemeden geçmeyin derim. Albümdeki tüm parçaları Jülide Özçelik'in myspace'deki adresinden dinleyebilirsiniz. 
Herkese keyifli pazarlar!


21 Eylül 2013 Cumartesi

fashionandgustoblog Öneriyor!

Bu sonbahar-kış için "yeni bir parfüm almayı düşünenler" önerilerimiz size... Bu sezonun iddialı parfümlerini fashionandgustoblog sizin için test etti-yazdı. 

Parfüm seçerken ten uyumu çok önemli tabi. Bazı parfümler sadece esmerlere, bazı parfümler ise açık renkli tenlere gidiyor. Tabi test etmekte fayda var. Lakin şu hususta dikkatleri çekmek isterim. "Parfümün gerçek kokusu bekleyince ortaya çıkar" sözü çok doğru. Teninize yeni sıktığınız bir parfümün ilk önce üst notalarını duyarsınız. Fakat bir kaç dakika içinde parfümün asıl karakterini öğrenmek için beklemeniz gereklidir. 
Bu dipnotu da paylaştıktan sonra gelelim önerilere. Fashionandgustoblog'un size önereceği ilk ikili Calvin Klein ve Issey Miyake'den.


Calvin Klein Down Town, İtalyan ağaçkavunu, bergamut ve Tunus’a özgü portakal çiçeği esanslarının canlı notaları ile açılıyor. Kalp notasındaki pembe biber taneleri; menekşe yaprağı ve gardenya taç yapraklarının üzerine toz halinde serpiştirilerek sofistike feminenliği arttırıyor. Dip notasındaki sedir ağacı, tütsü ve canlı, kadifemsi musklar arkasında farkedilir, kendine güvenen ve duyusal bir iz bırakmasını sağlıyor. 

Parfüm tasarımcılarının "Mor renkli bir makaronu ısırmak gibi" şeklinde yorumladıkları Issey Miyake'nin yeni parfümü Pleats Please ise davetkar şişesi ile gerçekten de ısırılmayacak gibi değil. Pleats Please'in  üst notalarında eğlenceli duygular veren Nashi, bu duyguyu orta notalarda tatlı bezelye ve şakayık ile hissettiriyor. Alt notalarda sedir ağacı ve paçulinin zarafeti,vanilya ile birleşiyor.


İkinci ikili ise Dolce&Gabbana ve Marc Jacobs'dan.


Dolce Gabanna'nın efsaneleşen parfümlerinden  Dolce&Gabbana Pour Femme, Laetitia Casta'ya ithaf edilen, yeni versiyonu "Intense" ile karşımızda. Oryantal ve çiçeksi bir koku ailesinden olan Intense, beyaz çiçeklerin kokusu ile güçlendirilmiş. Daha yumuşak ve kremsi. Üst notalar, böğürtlen, yeşil mandalina. Orta notalar, portakal çiçeği, yasemin, hindistan cevizi esansı, incir. Alt notalar ise, marshmallow, vanilya, sandal ağacı ve misk.

Marc Jacobs Honey'i 3 kelimeyle anlatmak gerekirse: Baştan çıkarıcı, enerjik ve sıradışı. Üst notaları yeşil armut ve sulu mandalina ile açılıyor . Orta notada portakal çiçeği, hanımeli ve şeftali ile buluşuyor. Bal, vanilya ve yumuşak odunlar ise altın renkli dip notaları oluşturuyor.

Sıra beylerde. İlk ikili Cavalli ve Calvin Klein'dan geliyor.


 Just Cavalli for Him, gençlik ve özgürlüğün kokusu olarak lanse ediliyor. Özetle maskülen, tarz sahibi ve cazibeli.  Derimsi ve odunsu bir karışım olan koku, baştan çıkarıcılığın simgesi olan vahşi pimento notalarıyla açılıyor. Bu güçlü başlangıcı, vetiver ağacının kokuya hafif dumanlı bir ahenk veren duygusal ve sofistike kalp notaları takip ediyor. Alt notalardaki yumuşak deri, bu zengin karışıma bir derinlik ve seksilik katıyor. 

Calvin Klein Encounter Fresh ise ferahlatıcı bir parfüm arayanlara. Süslü cümlelerle söylemek gerekirse "Gizemin yeni yorumu" Canlı, güçlü, çekici. Calvin Klein, modern ve çekici bir koku yaratmak için canlandırıcı enerjisini zengin odunsu notalar ile birleştiriyor. Koku, İtalyan bergamutu ve ferahlatıcı mojito akorunun yumuşak ve taze tepe notaları ile açılıyor. Rom, kakule ve lavanta, kokunun kendinden emin-zarif yönünü ortaya çıkarıyor. Dip notasında, kremsi sandal ağacı ile harmanlanan laden çiçeği yaprakları ve paçuli, çekici ve güçlü bir duygusallık oluşturuyor.

İkinci ikili ise maskülen şişeleriyle dikkat çeken Versace ve Tom Ford'dan.


Versace'nin yeni parfümü Versace Pour Homme Oud Noir, şişe tasarımıyla hayli cezbedici.  Sanat eseri gibi. Deri, odunsu notalar ve baharatlardan oluşan oryantal bir parfüm. 

Tom Ford Noir, aromatik baharatlı bir koku. Üst notaları bergamot, mine çiçeği, kimyon ve kırmızı biberden oluşurken; orta notalarda kara biber, sardunya, gül ve adaçayı var. Taban notaları ise kehribar, misk ve vanilyadan oluşuyor.

20 Eylül 2013 Cuma

Lana ve Delici Bakışları

Başlık ilk başta size hayli "çarpıcı" gelmiş olabilir.Lakin bu başlığı sonuna kadar hak eden bir isim Lana Del Rey. Malum, bugün konser için İstanbul'da. Onunla ilgili bir şeyler paylaşmazsam olmazdı. 

Buzzfeed.com adresi ise Lana Del Rey'le ilgili çok güzel bir yayına imza atmış. Görünce hemen blogda paylaşmak istedim. Buzzfeed.com adresi "Lana Del Rey'in 23 Yavaş Hareketini" gif halinde sunmuş. Gerçekten de Lana Del Rey'i, Lana Del Rey yapan her hareketi-her tavrı görebiliyorsunuz. Benim en hoşuma giden hareketi ise listedeki 13 numara. Konser öncesi siteye bakmakta fayda var. Bakalım bu hareketlerden kaçını konserde gösterecek bizlere Lana. İzliyoruz.



15 Eylül 2013 Pazar

İyi Pazarlar!

Bu pazarın şarkısı Sky Ferreira'dan geliyor.  Hem de onun depresif yanını en iyi anlattığı şarkısı Everything is Embarrassing ile. Daha geçtiğimiz haftalarda New York Moda Haftası'nda, asi tavrıyla Marc Jacobs podyumunda gördüğümüz Sky'ı, gelin şimdi de Everything is Embarrassing klibiyle yad edelim.


12 Eylül 2013 Perşembe

1 Şehir 1 İnsan

Rotamızı Amerika'ya çeviriyoruz-Amerikayı yeniden keşfediyoruz. Rehberimiz Volkan Er, şehrimiz ise Amerikalılar arasında hayli popüler olan Savannah. Volkan, Savannah Hyatt Regency Hotel'de Management üzerine eğitim alıyor. Eğitimi dışında ise Savannah'da bisikletiyle keşif turlarına çıkıyor, güneye özgü yemekleri öğrenip pişirmeye çalışıyor. Savannah'daki alternatif adreslerini paylaştığı bölümümüzde Volkan'ın gözünden de fotoğraflar göreceksiniz. 
  


Savannah'da havalar nasıl*
 Savannah'da hava sonbahar gelmiş olmasına rağmen nefes alınamayacak kadar sıcak. Bir de Savannah'ın aniden bastıran ve sonrasında da duran çılgın yağmurları pek meşhur. "Şapkasız çıkmam abi" sözü burada yerini "Şemsiyesiz çıkmam abi" sözüne bırakıyor.

Savannah'ı 3 kelimeyle anlat desem* 
Tarihi, yemyeşil,hayaletli
(Hayaletli çünkü Savannah “America`s Most Hounted City` ünvanına sahip. Bir çok hikaye var bu konuyla ilgili ama en yaygın olanı Çanakkale`de olduğu gibi askerlerin hayaletlerinin dolaştığı. Fazla savaş görmüş bir şehir Savannah)

Savannah'da bu ara ne moda* 
 Savannah'da şu sıra rengarenk giyinmek moda. Eylül ayı boyunca Lgbt etkinlikleri var. Bu sebepten herkes gökkuşağı renklerinde.

Savannah'da yapmaktan en çok keyif aldığın şey*
 Yeşil alana bu kadar özlem duyduğumu buraya gelmeden önce bilmiyordum. Burada yapmaktan en çok hoşlandığım şey bisikletime atlayıp şehri dolaşmak ve sonrasında da Forsyth Park'ta çimenlerin üzerine yayılıp sushi yiyerek kitap okumak.

Savannah'daki favori adreslerin*

Churchill`s Pub&Restaurant
 Kesinlikle dünya üzerinde en iyi Long Island Ice Tea'yi yaptıklarını iddia edebileceğim bir yer. Yemekleri ise büyük porsiyonlar, inanılmaz tatlar.

Six Pence
 Klasik bir Irish Pub diyebiliriz. Garip bir huzuru ve çok geniş bir şarap menüsü var. 

Chuck`s
 Ufak bir tabelası ve ara sokakta olmasına rağmen şehrin en renkli ve eğlenceli barlarından biri. İstediğiniz an mikrofonu elinize alıp şarkı söyleyebilir, dans edebilir hatta içkinizi yudumlarken bilardo oynayabilirsiniz. 

City Market
 Yanyana ufak dükkanların ve sanat galerilerinin sıralandığı bir sokak. Özellikle Galletto dükkanları çok meşhur. Şampanyalı, kurutulmuş üzümlü, tekilalı gallettoları tattıktan sonra galerileri gezebilirsiniz.

Marc Jacobs 
 Savannah'da haftada bir uğradığım mağazalardan biri. Çalışanların samimiyeti, fiyatların uygunluğu ve markaya olan hayranlığım beni daima buraya sürüklüyor.

Alex Raskin Antiques
Asla karşınıza ne çıkacağı belli olmayan bir antika dükkanı. 



1-Savannah'daki Marc Jacobs'ın vitrininden bir kare.
2-Volkan'ın en büyük zevklerinden biri Forsyth Park'ta çimenlerin üzerine yayılıp sushi yiyerek kitap okumak.
3-Savannah Nehri
4-Yemyeşil Savannah'ın meşhur parkları ve evleri.
5-Savannah'ın meşhur kırmızı otobüsleri.
6-Volkan'ın favori adreslerinden antikacı Alex Raskin.
7-Colonial Park'ın kapısı.

10 Eylül 2013 Salı

Cool Kids Never Die

Sadece büyükler dünyasında moda konuşuluyor sanmayın. Küçükler liginde de moda ve trendler almış başını gitmiş durumda. Moda dünyasında-Kids koleksiyonlarında rekabet hayli yüksek. Dior, Armani, Gucci gibi pek çok lüks markanın çocuk koleksiyonlarına önem vermesi de bu yüzden. Fashionandgustoblog, fotoğraf çekimlerinden,tasarımlara hepsi birer "stil harikası" olan sonbahar-kış Kids koleksiyonlarını yakın takibe aldı. Karşınızda büyükleri bile kıskandıracak koleksiyonlardan fotoğraflar.


Zara Kids'in koleksiyon çekimleri benim en çok beğendiğim çekimlerden biri oldu. Grunge esintili, sokağın sesine kulak veren, tam da Kids koleksiyonununa yakışır bir koleksiyon olmuş. Özellikle de modellerin doğal tavırları/duruşlarıyla.


Eğlenceli ve giyilebilir bir kids koleksiyonu fikriyle ortaya çıkan Stella McCartney Kids, koleksiyonlarında rahat-basic parçalara yer veren bir marka. Özellikle "eğlenceli" tanımı üzerinde duran markanın, bu eğlenceli tarafını Stella McCartney Kids'e özel açtığı tumblr sayfasında görebilirsiniz. Tumblr sayfası "inspration board" tadında.



Dolce&Gabbana Kids, Dolce&Gabbana kadını ve erkeğinin birer minik kopyası. Tipik İtalyan esintili, Sicilya'ya göndermeler taşıyan bir koleksiyon. Koleksiyondaki modeller büyümüş de küçülmüş dedirten cinsten.



Klasik görünüşü, hipster tarz ile birleştiren Little ElevenPariskapsamlı bir koleksiyonla miniklerin modayla alakalı tüm isteklerine cevap veriyor. Büyüklerin dolabından aldığı ilhamı; Brooklyn’den Tokyo’ya kadar taşıyan marka, küçüklerin yaratıcı dünyasına daha fazla heyecan katıyor.


6 Eylül 2013 Cuma

Back to School

Eski okul günlerine özlem duyanlar parmak kaldırsın! Çünkü bu sezon sırt çantaları sayesinde o çok özlediğimiz okul günlerine geri dönüyoruz. Tıpkı okul yolunda sırtımızda çantalarla koştuğumuz yıllar gibi. Bu sezonun en "cool" aksesuarlarından sırt çantaları; derisinden kumaşına, pop artlısından grafik desenlisine, pek çok farklı çeşidiyle emrinize amade. Sezonun "başrol oyuncusu" sırt çantalarından edinmek içinse, fashionandgustoblog aşağıdaki örneklerle
karşınızda.


Bill Amberg


Urban Outfitters


Topman


Eastpak


Coach


 1-Deri postacı çantalarının sırta takılanları bu sezon daha da iddialı olmak isteyenlere.
2-Casual bir görünüm için desenli ve dağcı tarzı modeller "haftasonu şıklığını" yakalamak isteyenlere.
3-Deri siyah sırt çantaları smart-casual görünümler için ideal.

Kombin Önerileri


Sırt çantaları: 1.Herschel/Urban Outfitters 2.Marc by Marc Jacobs 3.River Island 4.Bershka 5.Coach

4 Eylül 2013 Çarşamba

Cherry Blossom Girl

Paltolar kış ortasında çiçek açıyor, rengini kiraz çiçeklerinden alıyor. Sanki sonbahar kış-koleksiyonu, ilkbahar-yaz koleksiyonuyla yer değiştirmiş gibi.Bu sezon paltolar pespembe. Bu sezonun edinilesi "hip" parçalarından pembe paltolar, "the new black is pink" dedirten cinsten. Özellikle "oversized" olanları mutlaka gardıroplarda olması gerekenlerden. Markaların hemen hemen hepsinin koleksiyonlarında yer verdiği pembe tonlarındaki paltolar, bu kışa renk dopingi yapacak. 


Soldan sağa: Jonathan Saunders, Simone Rochas, Primark


 Soldan sağa: Rochas, DKNY, Very UK

Bu naif pembe paltolarla ister asi-tomboy tarzda, isterseniz de kendinizi 5 çayına giden hanım hanımcık bir stilde hayal ederek giyinebilirsiniz. Hanım hanımcık bir tarza bürünmek isterseniz tercihiniz Simone Rocha'nın pembe paltosundan yana olsun. Yok ben sport-couture bir havaya bürünmek istiyorum derseniz de, New Balancelarınızla Primark'ın uçuk pembe paltosunu kombinleyebilirsiniz.


Carven'in bornoz paltosu en dikkat çekenlerden.


Zara'nın bu sezon için hazırladığı pembe paltolar ise yalın, şık ve tom-boy tarzında.


Soldaki Jonathan Saunders ceket elbise hem sıcacık hem de şık. Rodarte'nin fantastik paltosu ise giyilmesi cesaret isteyen paltolardan.

2 Eylül 2013 Pazartesi

The September Issue

Eylül ayı, yenilikler ayı olunca, Vogue'la deyimleşen September Issue'lara göndermede bulunarak, dergilerle başlayalım istedim yeni sezona. Bu konuda ise tam anlamıyla "dergi kurdu" diyebileceğim bir isimden de yardım istedim. O isimle tanıştırayım hemen sizi. Aykun Tasdöner; Men's Health, Trendsetter İstanbul gibi pek çok dergiye yazılarıyla katkıda bulunan, sevdiği işi yapan, dergiler dünyasında kaybolmayı seven bir isim. Kendi deyimiyle parasını dergilere harcayan biri. Aynı zamanda eğlenceli-renkli-dijital dergi tadında kişisel blogu apolloyournextdoorboy.blogspot.com'da lifestyle,sinema ve dergiler hakkında yazılar yazan Aykun, bu kez fashionandgustoblog için dergilerin Eylül kapaklarını değerlendirdi.



"Nedendir bilinmez geçtiğimiz bahardan bu yana –Avrupalı gençlerin dediği türden- “groundbreaking” kapaklar göremez olmuştuk. Sanırım bir konuda hemfikiriz. Moda editörleri her ne kadar tropikal temalardan, kumsallardan, St. Barths ve türevleri bölgelerden hoşlansalar da kış gardıroplarına karşı koyamıyorlar. Sonbahar/ Kış temalı moda çekimlerini bile sahilde yaptıklarını var sayarsak… “Fashion week”lerin eylül ayına yayılışı, editörlerin “En kalın sayı benden çıktı” savaşı, “En süper model benim kapağımda” kavgaları. A list fotoğrafçı kapma yarışı ve en orijinal temalar. Gövde gösterisi başlasın.

Vogue’la beraber artık deyimleşen “September Issue”ların tek bir galibi var: Doutzen Kroes. Models.com tarafından endüstri ikonu olarak gösterilen Kroes aynı anda dört farklı Vogue edisyonuna kapak oldu. Bu yıl 8. Yaş gününü kutlayan Çin Vogue’unda Inez / Vinoodh’a poz verirken çekimleri Nemrut Dağı’nda gerçekleştirilen Hollanda Vogue’u için de Paul Bellaart’ın kamerasının önünde buldu kendisini. İspanyol Vogue’u için Tom Munro ile çalışırken kapağında 60’ların Retro ruhunu yansıtan İtalyan Vogue’u için de elbette Meisel kadrajındaydı. Doutzen aynı zamanda Fransız Elle’in 30 Ağustos sayısının kapağında ve Interview ve Industrie dergilerinin de editöryallerinde bulunuyor.



Kapak savaşlarının bir diğer galibi ise anti-model olarak lanse edilen İngiliz Cara Delevingne. Kate Moss’u tahtından ederken Katie Grand’ın dergisi Love’ın ve Industrie’nin Sonbahar/Kış,  Fransız Numero, Japon Vogue’u ve Amerikan W’nun da eylül kapaklarında görüyoruz. İnanın bana sevmediğiniz bir modeli bu kadar sık görmek pek de heyecan verici değil.


Ve süpermodel Daria Werbowy. Brit Vogue’da pek görmeye alışık olmadığımız Werbowy, Alexandra Shulman’ın sürprizi oldu. Interview’ün muhteşem “Modeller” sayısının kapağında da Mert/ Marcus’a poz veren 7 süpermodelden biri yine oydu. Ve Bazaar ailesinin en son üyesi Alman edisyonunun ilk sayısının kapağında da yine o var. Ayrıca Amerikan Vogue’da “Girls” dizisinden Adam Driver ile İskoç dağlarından sonbaharın rüzgârını evlere kadar getiriyor. 



Bu notlardan sonra gelelim benim favori Eylül sayılarıma...

Fransız Jalouse kapağında makyajsız ve erkek kıyafetleriyle “Blue is the Warmest Color”dan Lea Seydoux var. Lea’yı Bruce Weber’in (bana kızmasın vscocam) kadrajından görüyoruz. Renkler her zamanki tonunda. Üstelik Seydoux hayvanlar aleminde. Klasik Weber atmosferi sizin anlayacağınız. Cezbedici masalsılığıyla göz kırpıyor.


Yılın en büyük sürprizi ise az evvel adı geçen Interview’dan geldi. Interview; Eylül sayılarını 7 süpermodele, Mert/ Marcus ve Karl Temper’a emanet etti. Naomi, Kate, Daria, Amber, Christy, Linda ve Stephanie. Dergi internette yayımlanan teaserları göz önünde bulunduracak olursam içerik anlamında da beni en heyecanlandıran iş oldu. Fabien Baron Eylül sayıları için endüstrideki tüm modelleri dergide toplamış. Türkiye’ye gelmesi için sabırsızlanıyorum.



Beni heyecanlandıran bir diğer iş ise Interview’ün Alman ve Rus edisyonlarından geldi. Üçer kapak halinde çıkan dergilerin en güzeli ise Driu & Tiago kadrajından yakaladığımız muhteşem kadın Charlotte Gainsbourg. Yeri gelmişken Trier filmi için gün sayarken Emmanuelle Alt’tan da bir Gainsbourg atağı bekliyorum.


Kendisini pek beğenmediğimden Saskia de Brauw kapağıyla bence dünyanın en ilham verici dergisi olan Vogue Paris beni bir parça hayal kırıklığına uğratsa da “Grunge” temalı 70 sayfalık editöryaliyle beni benden aldı. (Fihuu, ne yorucu cümle). Grunge’ın sözlük anlamı Mert/ Marcus kadrajından bize aktarılırken demir gibi soğuk 90lar ruhunu canlandıran isimler de pek şahane. Andreea, Gisele, Karen Elson, Suvi ve Sky Ferreira. Bu arada Mert/ Marcus da fotoğrafçı kategorisinden ayın yıldızları.


Close up çekimleri genelde pek cezbedici bulmasam da (itiraf etmeliyim ki yıldızımın pek de barışmadığı) Amerikan Vogue kapağında Jennifer Lawrence’ın yer alması bu kapağı ve sayıyı benim için ayrı bir önemli kılıyor. Sanırım gerçek bir Lawrence fanıyım ve onun için ölüp bitiyorum. Ayrıca Vogue ve Lawrence kelimelerinin yan yana gelmesi kalbimin ayrı bir hızlı çarpmasına neden oluyor. Tabii, bir de Lawrence kadar genç yıldızların Vogue kapağına pek sık uğramadığını var sayarsak… Yine de geçtiğimiz Kasım İngiliz Vogue kapağı ve çekimleri çok daha iyiydi. Diyorum ya pek beğenmesem de marka ve isim dolayısıyla fazla laf da edemiyorum. Dergi kalınlığıyla kendi rekorunu kıramasa da 902 sayfayla sanırım yılın en büyük sayısı.


İngiliz Esquire’dan dev hizmet. Kapakta Craig McDean lensinden Kate Moss. Moda editörünün dahi İngiliz olduğu kapak Ada’ya övgü niteliği taşıyor zaten. Baygın ve seksi bakışlarından hiçbir şey kaybetmeyen Moss ise “Fuck me once shame on you, fuck me twice shame on me” diye bağırıyor. (Bu arada Kate Moss aynı zamanda Pop’un sonbahar / kış sayısı kapağında da yer alıyor.)


L’uomo Vogue ateşimi bir anda tavan yaptıracak cinsten. Son zamanlarda fazlaca popüler olması canımı sıkmaya başlasa da Marina Abramovic ve 10 parmağındaki 10 marifetiyle yüceleştirdiğim James Franco’yu bir arada görmek… İşte o an saygı duruşuna geçerim ben. Tamam, itiraf etmem gerekirse bu ay kalp atışlarım hiç yavaş atmadı. 


Derginin alternatif kapağında da Louis Garrel var. Bu da L’uomo Vogue’un arşivimde yer alması için en büyük sebep. Bir kapak nasıl daha güzel olur diye sorarsanız ise cevabım Daria,Kate,Lara gibi Louis’yi Eva Green ve Ludivine Sagnier ile yatakta yakalamak olurdu.


Karolina Kurkova’lı minimal Harper’s Bazaar Rusya, Medusa etkili, Scarlett Johansson kapağıyla Harper’s Bazaar Avustralya içindeki editöryaller nedeniyle W, Eliazabeth Olsen’ın yer aldığı Dazed & Confused, 


Hitchcock göndermeli sinematografik kapağıyla Vogue Türkiye, kapak renkleriyle Marie Claire Türkiye de es geçilmemeli.



 Liste içinde sırıtacak ancak “Kentlerin Sineması” temasıyla Altyazı kapağı da bu ay muazzam."